33,9879$% 0
37,5682€% 0.27
44,4670£% 0.2
2.751,14%0,25
4.555,00%0,20
1978557฿%2.83099
10 Eylül 2024 Salı
Türkiye'de Liyakat ve Vurdumduymazlık Sorunu!..
Mağusa’yı Mağusa’lılardan Dinleyin!..
Gemici'den Alman vatandaşı yurttaşlarımıza: 'Türk Vatandaşlığı İçin Başvurun'
Miço Şaşırma, Sabrımızı Taşırma!..
Riba, Ülkemizi Vatan mı edinmiş?..
Şeyhliğimi İlan Ediyorum!..
Ben Mağusa’lıyım!..
Ailem ve köklerimiz, Karpaz yarımadasının başlangıç bölgesi olan Boğaz’ın Ergazi köyünden.
1970 yılında üniversite eğitimimi tamamlayıp Mağusa’ya döndüm.
Ağabeyim, Barış Harekatı sonrası Mağusa’nın ilk Belediye Başkanı seçilen rahmetlik Mimar Bora Atun ile birlikte bugün farklı duygularla gezdiğiniz Maraş’ta çalıştık.
Birçok yapının tasarımcı mimarı ve mühendisleri olduk. Maraş’taki bazı binaların şantiye şefliğini de yaptım.
Mesela Maraş Ordu evinin karşısındaki, günümüzde lojman ve yurt olarak kullanılan 8 katlı binanın Mimarı ve mühendisi bizleriz.
Yani Maraş’ı Rum’un kaleminden çıktığı haliyle değil, yaşayarak tanıyanlardanız. Kimin nerede oturduğunu, hangi binanın ne zaman yapıldığını, sokaklarını, caddelerini, kedilerini, köpeklerini, elektrik, telefon ve kanalizasyon sistemini dahi bilenlerdeniz.
Nitekim daha 1971 yılında Mağusa tapu dairesinden bir şekilde edindiğim harita parçalarını birleştirip, Mağusa Kale içi, Türk bölgeleri ve Maraş’ın haritasını oluşturmuştum. (Bakınız Oğuz Kalelioğlu, “Kıbrıs Barış Harekatı ve Gazimagosa Savunmas”ı, Ankara, 2011, ISBN 978-975-8204-20-5, Syf 131)
Bunları niye mi yazdım? Hayatında Mağusa’ya gelmemiş, Barış Harekatı neden olmuş, harekatta neler yaşanmış bilmeyen kişilerin bu konuda ahkam kesmesine dayanmak mümkün değil.
Daha evvel Yunanistan’da yayınlanmış, tamamen yalana dayalı kurgulanmış olan “Famagusta” dizisinin an itibarı ile Netflix tarafından yayınlamasından vazgeçildiği söyleniyor.
Belli ki Netflix, CIA’in ve İngiliz arşivlerinden Maraş ile ilgili doğruları öğrenmiş ve bu kararı almış. (Öyle olmasını umuyorum.)
Dizinin yapımcısı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi vatandaşı Kullis Nikolau, Alfanews’e yaptığı açıklamada, “Bu, gerçek olayların içine yerleştirilmiş bir kurgu ürünüdür ve izleyici bunu bilmektedir...” diyerek uyduruk bir senaryo olduğunu söylüyor açık açık.
TRT yapımı “Bir Zamanlar Kıbrıs” isimli diziyi “gerçek olmayan olaylar var” diyerek yerden yere vuranların, Nikolau’nun “İzleyici bunu bilmektedir” sözlerine ne cevap vereceğini merak ediyorum.
Ayrıca Nikolau veya Kıbrıs sorununun nedenini, Kıbrıs gerçeklerini öğrenmek isteyenler varsa buyursun KKTC’ye gelsin.
Ben onlara bir Mağusalı olarak 14, 15 ve 16 Ağustos 1974 tarihlerinde Maraş’ta nelerin olduğunu, nelerin yaşandığını anlatırım.
Hatta şimdi özetleyeyim; 15 Ağustos 1974 akşamüstü Mağusa’ya ulaşan ve bizlerle kucaklaşan Üsteğmen Erdoğan Acar komutasındaki 28.ci P. Tümen Keşif Bölüğü ile ayrı kaldığımız 96 yılın hasretini giderdikten sonra, Bölük komutanımız Yüzbaşı Oğuz Kalelioğlu komutanımın “Maraş’ta hangi delikte, hangi sıçan var sen çok iyi biliyorsun” açıklaması sonrasındaki emri ile, sabaha doğru Mağusa’ya ulaşan arkadan gelen ana birlik 230.cu P. Alayı ve Zırhlı Alayın rehberlik görevini üstlendim.
Sıcak çatışmalar yaşayacağımızı düşünerek gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra 16 Ağustos sabahı iki koldan, Namık Kemal Lisesi önündeki caddeden ve günümüzde Maraş’a girilen güzergah üzerinden Maraş’a doğru ilerlemeye başladık.
Gözlerime inanamıyordum. Daha bir ay evvel sokakları, evleri, binaları, dükkanları, meyhaneleri ve restoranları insan ve araç dolu Maraş’ta hiç kimseler yoktu.
Sokaklarda adeta in cin top oynuyordu. Evcil hayvanlar bile ortadan yok olmuştu. Şehir terk edilmiş, sessiz, sakin ve metruk haldeydi.
Ortalıkta, kendilerini korumasız ve silahsız Kıbrıs Türkleri önünde aslanlar zanneden ama Türk ordusunun önünden tavşanlar gibi kaçan EOKA B teröristleri ve Rum Milli Muhafız ordusu mensupları da yoktu.
1964 yılından beri Kıbrıs adasında turistik tatil yapan, EOKA B teröristleri, korumasız ve silahsız Kıbrıs Türklerine saldırırken müdahale etmeyen, çatışmalarda, saldırılarda ve hatta soykırımlarda sadece not tutmaktan öteye bir işe yaramayan Barış Gücü askerleri bile yoktu.
Saklanırken yakaladığımız Rumlar arasında bulunan bir Ermeni, güzel Türkçesi ile bana şehrin niye boşaltıldığını “Mağusa Kaymakamlığı ve Belediye herkese haber etti, Türk köylerinde katliamlar yapılmış.
‘Türk ordusu Maraş’a girince bunun intikamı alacak. Herkes şehri boşaltsın. Derinya ve İngiliz üslerine sığınsın’ dediler” sözleri ile anlatmıştı.
Maraş şehrinin tümünün bombalandığını içeren ve yapımcısının dahi “kurgu”, yani gerçeklerle bağdaşmayan dediği Maraş’ta bombalanan sadece 3 yer vardı:
Yüksekte olması nedeni ile sürekli olarak Türklerin yaşadığı Mağusa Surlar içini makineli tüfek ve uçaksavarlarla tarayan Limandaki Pilot kulesi, Rum Milli Muhafız ordusunun Mağusa’daki saldırılarını planlayan 3. Taktik komutanlığının yer aldığı Salamina Tower-A Oteli ve EOKA B teröristlerin karargahı olan Mağusa Kaymakamlık binası.
Başka hiçbir yer bombalanmış değildi. Yani o filmdeki gibi sivil insanlar kovalanmıyordu.
Biz, sözümona nefret tohumu ekilmesin diye Rum mezalimlerini çok fazla anlatmayınca Rumlar, tarihi kendi kafalarına göre düzenleyip, Kıbrıs sorununu 1974’le başladığı yalanını yaymaya çalışıyorlar.
Her ne yaparlarsa yapsınlar, her ne anlatırlarsa anlatsınlar doğru bir şekilde elbet bir gün ortaya çıkacak.
Maraş’ın doğruları da, aynen benim yaşayıp, yazdığım gibi…
…….
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
– Prof. Dr. Ata ATUN
Ülkemizde bir çok insanın hayalini süsleyen Avrupa Birliği ekonomik açıdan fena sallanmaya başladı.
Bazı bilmişlerin “AB’ye beyin göçü hızlandı”, “Binlerce doktor ve mühendis AB’ye göç etti”, “Gençlerimiz bir bir AB’ye kaçıyor” gibi boylarından büyük lafların pek bir geçerliliği yok.
Avrupa Birliği asırlar boyunca Asya’daki, Karaipler’deki, Afrika’daki ve Okyanus ülkelerindeki birçok ülkeyi işgal etmiş ve sömürgeye dönüştürmüş şaibeli bir kıta.
Sömürdüğü ülkelerin insanlarının hayatlarını kabusa çevirmiş, ezmiş, örnek olsun diye acımasız yaptırımlar uygulamış, bu topraklarındaki gümüş, altın, pırlanta, petrol, doğalgaz ve uranyum gibi zenginliklere vahşi bir şekilde el koymuş bir topluluk.
Artık deniz bitmiş ve kara görünmüş. Görünmekten de öteye gemi karaya oturmuş.
Ki, AB yönetimi ekonomik sıkıntılarını biraz daha azaltmak için diplomatik ağını küçültmek, yani dış ülkelerdeki Büyükelçilik, Konsolosluk, Temsilcilik ve Misyonlarında kesinti yapmak kararı aldı.
Son alınan karara göre AB, diplomatik ağından, bütçede öngörülen mikarın yüzde 5’ini, yani 43 milyon Avro’yu kesecek ve giderlerini aşağı çekecek. Gelecek yıl ve diğer yıllarda bu kesintiler her yıl yüzde 5 daha arttırılacak.
Bu durumda yüksek maaşlar ve maliyetlere ilaveten gittikçe yükselen enflasyon baskısı nedeni ile Avrupa Birliği, Güney (Latin) Amerika ve Afrika’da halen faaliyette olan Büyükelçilik, Konsolosluk, Temsilcilik ve Misyonlarının faaliyetlerini bu yıldan başlamak üzere azaltacak, birkaç yıl içinde de “tek kişilik ordu” tabiriyle devam ettirmek zorunda kalacak.
İşin ilginç ve şaşkınlık yaratacak olan tarafı, kapatılacak diplomatik misyonlardaki mal varlıkları ile taşınmazların da satılacak olması. 2024 yılında, güvenlik nedeni ile yanından geçilmesi bile yasaklanmış olan “A” ülkesinin Büyükelçilik binası, 2025 yılında, halkın içine kolayca girebileceği ünlü bir markanın mağazasına dönüşecek.
Bununla da bitmiyor bu kesintilerin etkisi. AB’nin 145 sınır ötesi ülkede faaliyet gösteren diplomatik misyonunun neredeyse üçte birinin kesintilerden dolayı ciddi bir güvenlik sorunu taşıması ve bu sayının her yıl artış göstermesi olası.
Bütçede öngörülen miktarın yüzde 5’inin, yani 43 milyon Avro’nun kesilecek olmasının, mesleğim olan inşaat mühendisliği açısından açıklaması; binalardaki teknolojik malzeme ve aletlerin bakımın yapılamayacağı ve yenilenemeyeceğine ilaveten binaların rutin bakım ve tamirlerinin yapılamayacağı.
Bu da binaların zamanla bakımsızlıktan konforlu bir şekilde oturulamaz ve çalışılamaz hale dönüşeceği, elektrikli, elektronik ve digital aletlerin de diplomatik misyonun çağdaş isteklerine yanıt veremeyecek hale geleceği, teknolojik güvenlik zaafiyetlerinin artacağı anlamına geliyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, çok değil 3 ay evvel, –Mayıs ayında– söylediği “Avrupa’mızın ölebileceği varoluşsal bir an yaşıyoruz” sözleri zaten AB’nin durumunu çok iyi açıklamakta.
Gerekçe olarak da Ukrayna-Rusya çatışması ile artık iyice suyun yüzüne çıkarak elle tutulur, yaşamda hissedilir hale gelen “ekonomik zorlukları ve sıkıntıları” öne sürmüştü Makron.
Geçmiş yıllarda giderleri azaltmak için AB yönetiminin aldığı “haftalık duş sayısı” azaltılacak kararı, esnedi, uzadı ve dış ülkelerdeki Büyükelçilik, Konsolosluk, Temsilcilik ve Misyonlarında kesinti yapmak ve kapatmak kararına kadar büyüdü.
Başta Fransa olmak üzere Güney (Latin) Amerika ve Afrika ülkelerinden kapı dışarı edilen emperyalist Batı, bağlantılarının olduğu diğer ülkeleri parasızlıktan kapının önüne konmalarına gerek kalmadan kendileri terk etmek zorunda kalacaklar.
Boşuna atalarımız “Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli”dememiş.
…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
– Prof. Dr. Ata ATUN
Kıbrıs Rum tarafında 1993 yılında yapılan sözde “Cumhurbaşkanlığı” seçimlerinde adayların en güçlüsü olan Glafkos Klerides’in sloganı “Beni seçerseniz AB’ye üye olmak için başvuru yapacağız ve üye olduktan sonra da AB’yi arkamıza alıp Türkiye’yi adadan atacağız” idi.
Seçildi ve iki dönem başkanlık yaptı.
Dediği gibi de AB’ye başvurdu ve 10 yıl sonra da Kıbrıs Rum Yönetimi, AB’nin Kuruluş Yasasına aykırı olarak ve de 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin Anayasası çiğnenerek Avrupa Birliğine üye yapıldı.
Hristiyan olmak, Hristiyanların haklarını korumak, korudukları haksız da olsalar arkalarında durmak için her tür yasayı, kuralı, anlaşmayı “Güçlü biziz. Biz ne dersek o olur” mantığı ile çiğnemek, diğer bir tanımlamayla “Politik zorbalık yapmak” böyle bir şey.
Lakin, bir Hristiyan birliği olan Avrupa Birliği’nin artık sona doğru hızla ilerlediğini söylemek yanlış olmaz. Fransa’nın, İngiltere’nin “Brexit” isteğinin benzeri olan “Frexit” çalışmalarını başlatması, yaklaşan sonun ciddi bir habercisi. AB içinde liderliğe oynayan Fransa, AB’den çıkmak istiyorsa, AB’de işler iyi gitmiyor demektir.
Özellikle de Fransa için sıkıntılı günler geçen seneden başladı.
Her yıl yaklaşık 500 Milyar dolar haraç aldığı Afrika’daki, 60’lı yılların içinde -göz boyamak amaçlı- güya bağımsızlık verdiği sömürgeleri, Türkiye’nin başarılı dış politikası sonucunda bir bir Fransa’ya başkaldırmaya ve haracı kesmeye başlayınca, Fransa’nın ekonomisi yön değiştirdi. An itibarı ile Fransa’nın ülke olarak dış borcu kendi gelirleri ve üretimi ile ödenemeyecek düzeye ulaştı.
Fransa hükümetleri acil tedbir almazsa, Korsika’nın başı çekeceği Fransa’nın kendi içinde çözülmeler ve ayrılıklar süreci yaşanabilir.
Öte yandan, geçmiş yıllarda arkasını AB’ye dayamış olan Kıbrıs Rum Yönetimi, müzakereleri devam ettirmek için Kıbrıs Türklerinden “akla ziyan” tavizler talep etmişti. Özellikle KKTC’nin 4. Cumhurbaşkanının sürdürdüğü müzakerelerde, AB’nin desteği ile kendilerini o denli güçlü hissetmişlerdi ki, Rum lider Anastasiadis büyük boyutlarda elde ettiği tavizlerle yetinmemiş, 2017 yılında Crans Montana’da sürdürülen müzakerelerin son oturumunda “Sıfır asker, sıfır garanti” cüretkarlığına soyunmuş, talebi reddedilince de, müzakere masasında elinde ne varsa masaya fırlatıp atarak ayağa kalkarak masayı terk etmişti.
Rumların boylarına posların bakmadan “Sıfır asker, sıfır garanti” talepleri, “Kıbrıs adasında tek bir Türk askeri kalmayacak ve Türk askeri tümüyle adayı terk edecek, Türkiye’nin Kıbrıs adası üzerindeki garantörlüğü de kaldırılacak” kapsamında bir hadsizlikti. Yani hem Lozan Antlaşmasının 16. maddesi tadil edilecek, hem de 1960 Kıbrıs Anayasasının EK-I’i olan “Garantiler ve İttifak Anlaşması” iptal edilerek, Türkiye’nin garantörlüğü ortadan kaldırılacaktı. Tabii ki bu istek derhal reddedildi ve müzakereler koptu.
Hristiyan olmanın dışında hiçbir özelliği olmayan, AB içinde “yalancı, dolandırıcı, tembel” olarak tanımlanan AB’nin neredeyse en küçük üye devletinin, 85 milyonluk Türkiye’ye kafa tutacak kadar kendini yukarılarda görmesi abesle iştigalden öte klasik Helen megalomanisinin tezahürü.
Aradan geçen 7 sene içinde ülkelerin yapılarında ve bölgesel siyasi dengelerde büyük değişimler olmuş ki şimdi Kıbrıs Rum tarafı, Cumhurbaşkanı Tatar’a “aman ne olur gel lütfen müzakere masasına otur” diye yalvarır olmuş, bunu yeterli görmemiş, araya Birleşmiş Milletleri ve Avrupa Birliğini de ricacı olarak sokmaya çalışmakta…
Şimdi ne mi olacak? Tabi ki Adalar Denizi (Ege), Doğu Akdeniz, Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanlarda dikkate alınması gereken Türkiye, iki devletli çözüm dışında bir çözüm formülüne sıcak bakmayacak. AB’nin, ABD’nin ve Rumların olası baskılarına rağmen Kıbrıs Türklerinin egemenliğinden asla taviz vermeyecek.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
–Prof. Dr. Ata ATUN
Geçmişinde soykırım suçlusu olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Ekim ayında yapılacak olan İnsan Hakları Konseyiseçimlerine adaylığını koymak niyetinde.
Bunun içinde Rum Yönetimi sözde Dışişleri Bakanı Konstantinos Kombos, bu konuda görüşmeler yapmak ve zemin hazırlamak için Pazar günü ABD’ye gitti.
Adaylıkları için ileriye sürdükleri iddiaları da Gazze kıyılarında ABD’nin kendi çıkarları doğrultusunda kurmuş olduğu prefabrik limanın, –sözde– diğer ucunun Limasol’da olması ve iki liman arasında insani yardım koridorunun kurulması.
Unutturmaya çalıştıkları, 60 yıldır BM kayıtlarında yer alan ve Kıbrıs Türklerine uyguladıkları soykırımın belgesini hazırlayan A. Ortega Başkanlığındaki Birleşmiş Milletler Heyetinin Kıbrıs’ta yaptığı incelemeden sonra hazırladığı ve yayınladığı ORTEGA Raporu.
(Ortega Raporu, çok resim ve belge içerdiği için büyük hafıza boyutunda olması nedeni ile 4 kısım halinde https://www.ataatun.org/ortega-report adresinden indirilebilir.)
Kıbrıs Rumlarının, Kıbrıs Türklere 1963-1974 yılları arasında uyguladıkları soykırım, tam bir insanlık suçu ve insanlığın yüz karası olmasına rağmen Rum Yönetimi sanki hiçbirşey olmamış gibi yüzleri bile kızarmadan İnsan Hakları Konseyi’ne üye olmaya çabalıyorlar.
Ortega Raporu neydi, hatırlayalım; 21 Aralık 1963 günü Kıbrıs adasını ele geçirmek ve Kıbrıs Türklerini adadan yok etmek için Makarios hükümetinin hazırlattığı Kıbrıs Türklerini imha planı olan AKRİTAS içeriğince Rum Yönetiminin desteği ve koruması altında silahlı Rumların başlattığı saldırıları ve soykırımı BM’nin adaya gönderdiği araştırma komisyonu belgeledi.
1964 yılı baharında BM’nin Kıbrıs adasına gönderdiği A. Ortega başkanlığındaki BM Heyetinin haftalar süren araştırmasından sonra resmi olarak yayınladıkları 580 sayfalık “ORTEGA RAPORU”, Rumların katliamlarını, yakıp yıktıkları Türk köylerini, yağmaladıkları Türk mallarını ve yaptıkları soykırımı resmi belgeler ile gözler önüne serdi. Raporun büyük bölümünde yakılan-yıkılan camilerimiz,okullarımız, türbelerimiz, çiftliklerimiz, konutlarımız,işyerlerimiz, yağmalanan evlerimiz, köylerimiz, hayvanlarımız ve zahirelerimiz resimlendi. Kıbrıs Türklerine verilen zararın ve yıkımın maddi bilânçosu da raporda yer aldı.
Bu nedenle, Rumlar ve Yunanlılar bu rapor gündeme getirilmesin, kendileri suçlanmasın diye ortadan kaldırmak ve gözlerden ırak tutmak için elden geleni yaptılar.
Başarılı oldular da.
Günümüzde Rumlar, Yunanlılar ve içimizdeki Rum hayranları yaşadığımız soykırımı ve BM’nin yayınladığı Ortega Raporunu unutturmak için elden geleni yapıyorlar. BM’nin arşivlerinde ancak iğne ile kuyu kazarsanız belki bulabilirsiniz soykırımın belgesi olan bu ünlü ORTEGA RAPORU’nu.
Utanmadan, sıkılmadan, Kıbrıs Türklerine uyguladıkları soykırımın unutulduğunu zannederek, Gazze’de yaşanan soykırıma sözde yardım amaçlı kurulan insani yardım koridorunun bir ucunun Limasol’da olduğu iddiası ile olan İnsan Hakları Konseyi seçimlerine aday olmak niyetindeler.
Birileri unutsa da, unutturulsa da, unutturulduğunu sansa da biz unutmadık, unutturmayacağız.
Birilerinin iddia ettiği gibi “barış düşmanı” değil, adada sürekli barış isteyenlerden olduğumuz için unutturmayacağız.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
-Prof. Dr. Ata ATUN
Gerçekte Kıbrıs sorununun kökeninde yatan, çözülmesi gereken sorun “güven” sorunu.
Kıbrıs Türkleri içinde içten gelerek Kıbrıs Rumlarına ve Yunanlara güven duyanların sayısı yok denecek kadar az.
Bu güvensizliğin kökleri de 20’nci yüzyılın başlarına kadar gidiyor ancak geçmişi geçmişte bırakır günümüze dönersek, o günden bugüne değişen hiçbir şey olmadığını görüyoruz.
Biliyorsunuz, Rumlar KKTC’nin adının geçeceği, KKTC’yi üste taşıyacak, Kıbrıs Türküne nefes aldıracak her türlü girişimi engellerler. Buna turistik ziyaretler, ekonomik ve bilimsel faaliyetler de dahil.
Kıbrıs Rumları, 1955-1974’e kadar, aynen günümüzde Gazze’de yaşanan soykırımın benzeri bir soykırıma tabi tuttukları Kıbrıs Türklerinin, -anavatan Türkiye’nin yardım ve desteği ile 1974’te özgürlüklerine kavuşmaları sonucunda- kurmayı başardıkları devletlerini dünyadan izole etmek için elden geleni yapmaktalar.
Biz, Kıbrıs Türkleri ile sözde ortak devlet kurmak için 1968 yılından beri sürmekte olan müzakereleri her seferinde megalomanik bir tavır ve sudan bahaneler ile sonlandıran, masayı devirip çıkan Rumlar, günümüzde, sanki de müzakere masasını terk eden kendileri değilmiş gibi Kıbrıs Türklerini masaya oturtmak için yırtınıyorlar, kapı kapı dolaşıp Türkiye ve Kıbrıs Türklerine baskı yapılması için her yolu deniyorlar.
Geçenlerde de Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın Avustralya’ya gitmesini ve Avustralyalı yerel yöneticilerle, hükümet mensupları ile görüşmesini önlemek için elden gelen her şeyi yaptılar.
Yapmaya yaptılar da bu kez başarılı olamadılar ve ilk kez bir KKTC Cumhurbaşkanı Avustralya’da resmi olmasa da “Cumhurbaşkanı” olarak karşılandı, ağırlandı, ziyaretlerde bulundu.
Kıbrıs Türklerinin uluslararası spor müsabakalarına katılmasını önleyen, dünyaya direkt uçuşlar ile bağlanmasına mani olan, Türk soylu devletlerin kurdukları Türk Devletleri Teşkilatına “gözlemci” olarak üye olmasının, Kıbrıs Türklerinin dünya devletleri ile akademik, ticari, endüstriyel, sosyal ve kültürel bağ kurmasının önünü kesmek için her tür entrikayı çeviren Kıbrıs Rumlarının kredisi tükenmiş, Kıbrıs Türklerinden sevgi ve saygı beklemeleri artık hayalden de öte imkansız hale gelmiştir.
Her ne kadar BM temsilcileri KKTC’deki KKTC karşıtlarıyla görüşüp, bunları Kıbrıs Türkünün genel görüşü olarak lanse etse de Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluğu, son bir asırdır kendilerini yok etmek için yıllarca silahlı, ekonomik ve siyasi saldırılarda bulunan Kıbrıs Rumları ile, bir süre sonra Maronitler, Ermeniler ve Latinler gibi azınlık statüsüne düşecekleri ortak bir devlet kurmayı istememektedir.
Atlantik İttifakının, kendilerini dünyadan izole eden yasa ve kural tanımaz insanlık dışı uygulamaları, Kıbrıs Türklerine kimlere güvenebileceği konusunda büyük bir ders olmuştur.
Kuzey Doğu Suriye toprakları içinde PKK, YPG ve benzeri isim altında faaliyet gösteren terör oluşumuna yıllardır mali ve silah desteği veren Atlantik İttifakı, şimdi de yasa dışı bir şekilde yerel seçimler yapmalarına destek vererek varlıklarını yasal statüye oturtmaya çalışıyor ama 15 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs’ta darbe yaparak uluslararası tanınmışlığı olan “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yıkarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan eden ve ertesi gün de Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak ettiğini açıklayan “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin yöneticilerine, Kıbrıs Rumlarına ve Yunanistan’a, maalesef ciddiye alınacak hiçbir yaptırım uygulamamıştır.
(Kıbrıs Türklerini soykırımdan ve yok olmaktan kurtaran Türkiye’ye ise 1974 Barış Harekatından hemen sonra “silah ve finans ambargosu” uygulamıştır.) Hamisi ve kurucusu oldukları Birlemiş Milletler Teşkilatında da insanlığın yüz karası olan 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı, Kıbrıs Türklerini dünyadan izole eden kararı almışlardır.
Şimdi, Kuzey Doğu Suriye’de tamamen kendi kontrollerinde olacak bir terör devletini yasa dışı yollarla oluşturmaya çalışırken, dünyanın en uzun süreli sorununun yaşandığı adada birbiriyle savaşmış ve öfkeleri dinmeyen iki toplumu bir araya getirip yönetimi Rumlara vermeyi hedeflemenin yorumunu size bırakıyorum.
Burada her kurumuyla -Federe Devleti saymazsak- 41 yıllık bir devlet var, orada teröristlere devlet kurdurulmaya çalışılıyor!
Bu nasıl bir küresel adalet? Biz kime, niye, nasıl güvenelim?
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili