42,8104$% 0.18
50,2351€% -0.01
57,2921£% 0.09
5.946,43%-0,14
9.586,00%-0,14
3723158฿%0.45676
02:00
Anadolu’da Mevlâna ve Yunus’un dili tam da bu yüzden yalnızca bir tasavvuf dili değil, kalpten kalbe kurulan bir medeniyet ahlâkıdır.
– İslâm Hukuku Anabilim Dalı Başkanı
Bu ahlâk; sana ok atana gül sunabilmeyi, yarayı büyütmek yerine merhemi çoğaltmayı, günahkârla savaşmak yerine günahla mücadele etmeyi öğretir. Kâfiri yok etmeyi değil, küfrü aşmayı; insanı dışlamayı değil, insanı yeniden inşa etmeyi hedefler.
Bu çağrının sahihliği, insanın mahiyetine dair Kur’ânî hakikatte saklıdır: Allah, insanı yaratırken onu meleklerden gizlemedi; bilakis yaratma iradesini semaya ilan etti: “وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً” (Bakara, 2/30).
Melekler insanı romantize etmedi; gerçeği söyledi: “أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ” (Bakara, 2/30). Evet… İnsan kan dökecekti. Evet… İnsan fesat çıkaracaktı. Kur’ân, insanı temize çekmedi; olduğu gibi anlattı. Ama Allah cevabı orada kesti: “إِنِّي أَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ” (Bakara, 2/30).
Çünkü insan sadece kötülüğe meyilli değildi; iyiliğe de meyyaldi. Sadece düşmeye değil; ayağa kalkmaya da kabiliyetliydi. Sadece fesada değil; ıslaha da ehildi. İyilik ve kötülük yolları kendisine gösterilmiş bir varlıktı: “وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ” (Beled, 90/10).
İmtihan tam da buradadır: Eğer insan sadece melek olsaydı, imtihan olmazdı; eğer sadece şeytan olsaydı, sorumluluk olmazdı. İnsan, iki uç arasında yürüyebilen tek varlıktır ve Allah, bu yürüyüşte insanı korkuyla değil, umutla tutar.
“Ne olursan ol yine gel” çağrısı, bu yüzden bir hoşgörü cümlesi değil; ilâhî rahmetin insanlığa açılmış kapısıdır. Bu çağrıda tehdit yoktur, umut vardır; dışlama yoktur, davet vardır; kibir yoktur, merhamet vardır.
Kur’ân, günahı inkâr etmez; ama günahı son söz de yapmaz; en karanlık yerde bile rahmeti açar: “قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ” (Zümer, 39/53). Ve rahmeti bir ihtimal değil, bir ilke olarak bildirir: “إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا” (Zümer, 39/53). Bu ayet, günahkârı ayağa kaldırmak için inmiştir; paçayı kurtarma dini kurulsun diye değil, kalbi kurtarma yolu açılsın diye.
Üstelik Allah rahmeti burada da durdurmaz; yalnız affetmeyi değil, dönüştürmeyi vaat eder: “فَأُولَٰئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ” (Furkân, 25/70). Dikkat et: Allah günahı silmeyi değil, günahı iyiliğe çevirmeyi vaat ediyor. Bu, sadece bağışlamak değil; onarmaktır. Sadece affetmek değil; yeni bir hikâye yazmaktır. Bu ayet, Mevlâna’nın “bin kez bozsan da yine gel” sözünün Kur’ân’daki karşılığıdır.
İşte bu yazı, binlerce günahın Allah’ın rahmetiyle iyiliğe tebdil edilebileceğine iman eden; umutsuzluğu toprağa gömen; dikenle gülün aynı ormanda hikmetle var olabildiğini bilen; insanın özgürce imtihan edilmesini ilâhî düzenin bir parçası sayan sevgi toplumunun Anadolu’daki beş kurucu ilkesini dile getirmektedir.
1. İnsanı Merkeze Alan İman: Tevhidin Sosyal ve Ahlâkî Tezahürü
İslâm’da iman, insanı silerek Allah’a ulaşma projesi değildir; insanı anlayarak, sabırla kuşatarak ve merhametle dönüştürerek hakikate yürütme çağrısıdır.
Tevhid, yalnızca metafizik bir birlik ilanı değil; insanın parçalanmasına karşı açılmış ahlâkî bir cephedir. Bu yüzden Mevlâna ve Yunus’un dünyasında iman, insanı ezen bir yük değil; insanı ayağa kaldıran bir emanettir.
İnsanı merkeze alan iman anlayışı, günahı inkâr etmez; fakat insanı günahına mahkûm da etmez. Çünkü insan, nihai bir sonuç değil; sürekli hâl değiştiren bir yolculuktur.
Mevlâna’nın insanı yargılamak yerine anlamaya yönelen dili ile Yunus’un “bir kez gönül yıktın ise” diye başlayan sert ahlâk uyarısı, aynı hakikatin iki yüzüdür: Allah’a giden yol, insanı çiğneyerek değil, insanı onararak açılır.
Bu iman tasavvurunda insan; kimliğiyle, hatasıyla, düşüşüyle muhataptır. Zira ilâhî hitap, meleklere değil; yanılabilen varlığa yöneliktir. Günahın varlığı, rahmetin gereksizliğini değil; rahmetin zaruretini gösterir.
İşte bu sebeple Mevlâna, her insanda Hakk’ın bir tecellisini görmeye çalışır; Yunus ise insanı hor göreni, iman iddiasında olsa bile hakikatin dışındasayar. İnsanı merkeze alan iman, tekfir üretmez; tekâmül teklif eder. Kategorize etmez; çağırır.
Dışlamaz; dönüştürür. Çünkü bu iman bilir ki Allah, kullarını kusursuzluklarıyla değil; yönelişleriyle muhatap alır. Ve insanı yok sayan hiçbir dindarlık, tevhid iddiasını taşıyamaz.
2. İnsanı Merkeze Alan İman: Tevhidin Sosyal ve Ahlâkî Tezahürü
İslâm’da iman, insanı silerek Allah’a ulaşma projesi değildir; insanı anlayarak, sabırla kuşatarak ve merhametle dönüştürerek hakikate yürütme çağrısıdır. Tevhid, yalnızca metafizik bir birlik ilanı değil; insanın parçalanmasına karşı açılmış ahlâkî bir cephedir.
Bu yüzden Mevlâna ve Yunus’un dünyasında iman, insanı ezen bir yük değil; insanı ayağa kaldıran bir emanettir. İnsanı merkeze alan iman anlayışı, günahı inkâr etmez; fakat insanı günahına mahkûm da etmez. Çünkü insan, nihai bir sonuç değil; sürekli hâl değiştiren bir yolculuktur.
Mevlâna’nın insanı yargılamak yerine anlamaya yönelen dili ile Yunus’un “bir kez gönül yıktın ise” diye başlayan sert ahlâk uyarısı, aynı hakikatin iki yüzüdür: Allah’a giden yol, insanı çiğneyerek değil, insanı onararak açılır. Bu iman tasavvurunda insan; kimliğiyle, hatasıyla, düşüşüyle muhataptır. Zira ilâhî hitap, meleklere değil; yanılabilen varlığa yöneliktir.
Günahın varlığı, rahmetin gereksizliğini değil; rahmetin zaruretini gösterir. İşte bu sebeple Mevlâna, her insanda Hakk’ın bir tecellisini görmeye çalışır; Yunus ise insanı hor göreni, iman iddiasında olsa bile hakikatin dışında sayar. İnsanı merkeze alan iman, tekfir üretmez; tekâmül teklif eder.
Kategorize etmez; çağırır. Dışlamaz; dönüştürür. Çünkü bu iman bilir ki Allah, kullarını kusursuzluklarıyla değil; yönelişleriyle muhatap alır. Ve insanı yok sayan hiçbir dindarlık, tevhid iddiasını taşıyamaz.
Bu yüzden bu iman, korku merkezli değildir. Korku insanı dondurur; sevgi ise harekete geçirir. Korku insanı saklanmaya iter; sevgi insanı yüzleşmeye çağırır. Mevlâna’nın diliyle konuşursak, korku insanı kabuğuna çeker; aşk ise kabuğu kırar.
Yunus’un diliyle söylersek, gönül yapan iman diridir; gönül yıkan iman ise daha baştan çürümüştür. İnsanı merkeze alan iman, insanın düşebileceğini kabul ettiği için onu ayağa kaldıracak bir zemin de kurar.
Bu iman, insanın kötülüğünü görmezden gelmez; fakat kötülüğü insanın ontolojik kaderi hâline de getirmez. Çünkü insan, sadece işlediği günah değildir; aynı zamanda işleyebileceği iyiliktir. Ve iman, işte bu ihtimali ayakta tutma sanatıdır. Bu yüzden Mevlâna, sarhoşu meyhanede görüp orada bırakmaz; Yunus, günahkârı kapının dışında saymaz.
Çünkü onlar bilir: İnsan, sevildiği yerde değişir. Sevgi, insanı boynuna tasma taktıracak kadar teslim alır; ama aynı sevgi, o insanı pazardan kurtarıp hürriyete de taşır. Sevgi, insanı döşek yaptırıp sedire yatırır; ama aynı zamanda onu ayağa kaldırıp yola da çıkarır.
İşte tevhidin sosyal ve ahlâkî tezahürü budur: Allah’ı birlemek, insanı silmek değil; insanı iyiliğe çağıracak kadar ciddiye almaktır. Ve bu çağrıyı kaybeden her din dili, ne kadar yüksek sesle konuşursa konuşsun, hakikati taşıyamaz.
3. Umutsuzluğu Reddeden Din Anlayışı: Açık Kapı ve Tövbe Ahlâkı
İslâm’ın insanla kurduğu ilişkinin kalbinde umut vardır. Umut, zayıfların avuntusu değil; imanın en ağır sorumluluğudur. Çünkü umudu olan insan ayağa kalkmak zorundadır. Umutsuzluk ise insanı sadece yere düşürmez; yere alışmasına sebep olur.
İşte Mevlâna ve Yunus’un dili, insanı düşmüş olduğu yerden utandırmak için değil; kalkabileceğine inandırmak için konuşur. “Ne olursan ol yine gel” çağrısı, günahı hafife alan bir gevşeklik değil; günahın insanı tanımlamasına izin vermeyen bir ahlâk ciddiyetidir.
Bu çağrı, insanın geçmişine değil; istikbaline hitap eder. Çünkü İslâm’da insan, geride bıraktıklarıyla değil; yöneldiği istikametle değerlendirilir. Tövbe bu yüzden bir özür beyanı değil; yeni bir yürüyüş kararıdır.
Umutsuzluğu reddeden din anlayışı, günahı inkâr etmez; ama günahkârı da umutsuzluğa mahkûm etmez. Çünkü günahkârı kapının dışında bırakan bir din dili, onu ıslah etmez; yalnızlaştırır.
Yalnızlaşan insan ise ya isyana ya inkâra sürüklenir. Mevlâna’nın kapıyı açık tutması, insanı olduğu hâliyle onaylamak değildir; onu daha iyi bir hâle çağırmakiçindir. Açık kapı, başıboşluk değil; sorumluluğun başlangıcıdır. Bu ahlâkta tövbe, kusursuzluğun değil; samimiyetin adıdır.
Bin kez düşmüş olmak, bir kez daha kalkma ihtimalini ortadan kaldırmaz. Aksine, insanın her düşüşten sonra yeniden ayağa kalkabilmesi, onun meleklerden farkıdır. Melek düşmez; ama kalkmayı da bilmez. İnsan düşer; ama kalkabildiği ölçüde insan olur. İşte tövbe, bu insanlığın adıdır.
Mevlâna’nın “bin kez bozsan da yine gel” sözü, insanı hafife alan bir söz değildir; insanı ciddiye alan bir sözdür. Çünkü bu söz, insanın değişebileceğine duyulan derin bir imanın ifadesidir.
Yunus’un diliyle söylersek, umutsuzluğa düşen insan, Hakk’ı değil; kendini kaybetmiştir. Zira Allah’tan ümidini kesmek, günah işlemekten daha ağır bir kopuştur.
Umutsuzluğu reddeden din anlayışı, korkuyu merkeze almaz. Korku insanı itaate zorlar; ama ahlâk üretmez. Umut ise insanı sorumluluğa çağırır. Korkan insan saklanır; umutlu insan hesap verir.
Bu yüzden tasavvuf, insanı korkutarak hizaya sokmaz; ona güvenerek yol alır. Güvenilen insan, kendisini boşa çıkarmamak için daha dikkatli yürür.
Bu anlayışta din, insanın Allah’tan nasıl kaçacağını öğreten bir düzen değil; Allah’a nasıl döneceğini hatırlatan bir çağrıdır. İnsan, her hatasında kapının kapandığını düşünürse, bir süre sonra kapıyı çalmayı da bırakır.
Oysa Mevlâna ve Yunus’un inşa ettiği din dili, insanı kapının önünde tutar. Çünkü bilirler ki kapının önünde bekleyen insan, hâlâ dönme ihtimalini taşır. İşte bu yüzden umut, bu geleneğin merkezindedir. Umut, insanı hafifleten değil; ayağa kaldıranbir yüktür.
Ve bu yükü taşımaya cesaret eden insan, günahına rağmen değil; günahını aşarak yürür. Umutsuzluğu toprağa gömen bu iman anlayışı, insanı karanlıkta bırakmaz; ona her seferinde şunu fısıldar: Yol hâlâ açık.
4. Kılıçsız Adalet, Aşkla Islah: Zorlayıcı Hukuktan Dönüştürücü Ahlâka
Mevlâna ve Yunus’un dünyasında adalet, korkuyla ayakta duran bir düzen değildir; vicdanla yürüyen bir ahlâktır. Bu yüzden onların adaleti kılıçla konuşmaz, sesini yükseltmez; kalbe dokunur, içeri sızar. Kılıç insanı susturabilir; ama insanı değiştiremez.
Aşk ise insanı incitmeden çözer, dağıtmadan toparlar, yok etmeden ıslah eder. Tasavvuf, suçu inkâr eden bir masumiyet dili değildir; fakat suçluyu dehşetle damgalayan bir yargı dili de kurmaz. Çünkü hedef, insanı cezalandırarak rahatlamak değil; insanı kurtararak adaleti gerçekleştirmektir.
Mevlâna’nın sarhoşla yan yana durabilmesi, fahişeyi hor görmemesi; suçu meşrulaştırmak değil, insanı umutsuzluğa teslim etmemektir. Yunus’un “bir kez gönül yıktın ise” diye başlayan sertliği ise bize şunu söyler: İnsanı ezen bir adalet, ilâhî adalet olamaz.
“Sana taş atana gül sunmak”, edilgenlik değildir; ahlâkın zirvesidir. Bu, kötülüğe razı olmak değil; kötülüğün mantığını boşa çıkarmaktır. Kötülük, kendisiyle aynı dilden konuşulduğunda güçlenir; başka bir dille karşılandığında çözülür.
Aşk, bu başka dildir. Aşk, kötülüğü alkışlamaz; ama insanı da kaybetmez. Bu anlayışta günahkâra kızmak kolaydır; günaha kızıp insanı sevmek ise ağır bir imtihandır. Mevlâna ve Yunus bu imtihanı göze almıştır.
Çünkü onlar bilir ki insan, sevildiği yerde çözülür; korkutulduğu yerde sertleşir. Korku itaati doğurur; ama ahlâk üretmez. Aşk ise insanı içerden bağlar; bağladığı yerde dönüştürür. Kılıçsız adalet, hukuku yok saymaz; ama hukuku son söz de yapmaz. Hukuk düzenler; aşk diriltir. Hukuk sınır çizer; aşk yön gösterir.
Hukuk olmadan toplum dağılır; ama aşk olmadan toplum katılaşır. Mevlâna ve Yunus’un yaptığı şey, hukuku aşkla ikame etmek değil; hukuku aşk ile tamamlamaktır. Bu yüzden onların adalet anlayışı, insanı tasnif etmez; iyileştirir. İnsanları dosyalara ayırmaz; yaralarıyla yüzleştirir. Suçu konuşur; ama insanı suskunluğa gömmeztir.
Çünkü bu adalet bilir: İnsanı yok ederek kötülük azalmaz; insanı onararak iyilik çoğalır. İşte aşkla ıslah edilen adalet budur. Kılıcın gölgesinde değil, rahmetin ışığında yürüyen bir adalet. Ve bu adalet, yalnızca düzen kurmaz; insanı kurtarır.
5. Anadolu’nun Vicdan Haritası: İrfanla İnşa Edilen Toplumsal Düzen
Anadolu’da kurulan düzen, kılıçla çizilmiş sert sınırların değil; vicdanla örülmüş yolların düzenidir. Bu topraklarda insan, sadece kanunla terbiye edilmedi; irfanla yoğruldu. Mevlâna ve Yunus’un sesi, bu yüzden meydanlarda bağırmadı; gönüllerde yankılandı. Çünkü vicdan, zorla çalışmaz; ancak ikna ile uyanır.Anadolu’nun vicdan haritası, tek tip insan üretmeyi hedeflemez.
Bu harita, dikenle gülün aynı toprağı paylaştığı bir hikmet düzenini kabul eder. Herkesin gül olmasını istemek, tabiatı inkâr etmektir; herkesin aynı hızda, aynı seviyede, aynı kemâlde yürümesini beklemek ise imtihanı inkâr etmektir. Mevlâna ve Yunus, insanları ayıklamaya değil; olgunlaştırmaya talip olmuştur. Bu topraklarda insan, düştüğü için değil; düşte kaldığı için kaybedilir. Anadolu irfanı, düşeni itmez; el uzatır.
Çünkü bilir ki imtihan, özgürlükle anlam kazanır. İnsan iyiliği de kötülüğü de seçebilecek bir varlıktır; bu seçim imkânı elinden alındığında, ahlâk da anlamını yitirir. Vicdan haritası, tam da bu yüzden zorlamaz; hatırlatır.
Anadolu’nun irfan geleneğinde toplum, kusursuzlardan değil; birbirinin kusurunu taşıyabilenlerden oluşur. Bu, günahı kutsamak değildir; insanı yalnız bırakmamaktır. Toplum, bir arada durabildiği ölçüde iyileşir.
Mevlâna’nın semâsı, Yunus’un dili; işte bu birlikte durabilmenin sembolleridir. Biri döner, diğeri söyler; ikisi de insanı merkeze alır. Bu vicdan düzeninde adalet, soğuk bir teraziden ibaret değildir; merhametle dengelenmiş bir ölçüdür. İrfan, hukuku inkâr etmez; ama hukuku vicdanla yumuşatır. Çünkü vicdanı olmayan hukuk, insanı ezer; hukuku olmayan vicdan ise toplumu dağıtır.
Anadolu tecrübesi, bu ikisini birlikte taşımayı başarmış ender bir medeniyet tecrübesidir. İşte bu yüzden Anadolu, yüzyıllar boyunca sadece bir coğrafya değil; bir sığınak olmuştur. Umudunu kaybedenler buraya gelmiş, düşenler burada ayağa kalkmış, yaralananlar burada merhem bulmuştur. Bu harita, kanla değil; gözyaşıyla, sabırla ve sevgiyle çizilmiştir.
6. “Ne Olursan Ol Yine Gel”: Sevgi Toplumunun Kurucu İlkesi
“Ne olursan ol yine gel” sözü, bir yumuşaklık çağrısı değil; derin bir iman iddiasıdır. Bu cümle, insanı hafife almaz; aksine onu en ağır sorumlulukla muhatap kılar.
Çünkü çağırılan insan, artık kaçamaz. Kapı açıksa, dönüş de mümkündür; dönüş mümkündürse, sorumluluk kaçınılmazdır. Bu çağrı, insanın bugünkü hâline razı değildir; ama yarınki hâlinden de umudu kesmez. Sevgi toplumu, günahsızlardan değil; dönebileceğine inananlardan kurulur.
Allah’ın rahmeti, insanın geçmişini değil; yönelişini esas alır. Bu yüzden binlerce günah, bir tek sahici yöneliş karşısında anlamını yitirir. Sevgi, insanı boynuna tasma taktıracak kadar teslim alır; ama aynı sevgi, o insanı pazarda satılmaktan kurtarır.
Sevgi, insanı döşek yaptırır, sedirde yatırır; ama sonra onu kaldırır ve yola çıkarır. Sevgi, insanı küçültmez; insanın yükünü hafifletir. Korku ise insanı dondurur, içe kapatır, saklanmaya iter. Bu yüzden sevgiyle kurulan bir din, hayat üretir; korkuyla kurulan bir din, sadece itaat üretir.
Mevlâna ve Yunus’un mirası, işte bu yüzden bugün hâlâ diridir. Onlar, insanı Allah’tan korkutarak değil; Allah’a güvenmeyi öğreterek yürüttüler. Günahkârı itmediler, kapının dışında bırakmadılar; ama günahı da meşrulaştırmadılar. İnsanı sevdiler; çünkü insanın Allah’ın emaneti olduğunu bildiler.
Son söz şudur: Sevgi toplumu, bir ütopya değil; yaşanmış bir tecrübedir. Anadolu’da yaşanmıştır. Ve hâlâ mümkündür. Yeter ki biz, ipi korkunun elinden alıp tekrar rahmetin eline verelim. Yeter ki insanı kaybetmeden, günahla mücadele etmeyi öğrenelim. Yeter ki yeniden cesaretle şunu söyleyelim: Ne olursan ol, yine gel.
– Prof. Dr. Hadi SAĞLAM
İslâm Hukuku Anabilim Dalı Başkanı
Bürgergeld Kaldırıldı, Grundsicherung Başlıyor
1
New York’ta, ‘Azınlık Toplumu Olarak Müslümanca Yaşam’ konulu konferans!..
148506 kez okundu
2
Solingen Kurbanları Filibe’de toprağa verildi!..
118516 kez okundu
3
DİTİB, Hessen eyaletinde İslam din dersi eğitimine devam edecek
107201 kez okundu
4
Katar Başbakanı resmi olarak ateşkesi duyurdu!…
56228 kez okundu
5
Haydi Onurcan’a destek olalım
50409 kez okundu