İlhan KARAÇAY’ın analizi:
Türkiye’deki yurttaşlarımızın, yurtdışında yaşayan yurttaşlarına karşı kin ve nefret beslediklerini ben iddia etmiyorum.
Sosyal medyayı iyi incelediğiniz zaman, bu iddianın çeşitli kalemler tarafından ileri sürüldüğünü görürsünüz.
Yurtdışında yaşayan ve Türkiye’yi ziyarete geldikleri zaman, bin bir türlü hakarete uğradıkları belirtilen ‘gurbetçilerimiz’ için, “Ülkemize girerken 1000 euro vergi ödesinler”diye yazanlar ve hatta kampanya açanlar bile oldu.
Ne yazık ki, benim yazılarımı yayınlayan bir medya organının sahibi bile bu konuda görüş belirtmiş ve “ödesinler”diye yazmıştı.
O dosta yazdığım kısa yanıtta, gurbetçilerimizin vatan için yaptıkları katkıları ve başlarına gelen olumsuzlukları yazmıştım.
Konuya şimdi sevgili dostum Veyis Güngör de girmiş. Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi’nin Başkanı olan Veyis Güngör, gurbetçilerimizi eleştirmemiş, bu olumsuz gelişme hakkında cereyan edenleri dile getirmiş.
İsterseniz önce Veyis kardeşimin yazdıklarına bir göz atalım:
Türkiye’de Avrupa Türkleri algısı ve değerler çatışması…
“Genç sosyologlarımızdan Haluk Haydar Ceylan, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde, “Türkiye’ye yönelen geri dönüş göçleri” başlıklı bir Yüksek Lisans Tezi hazırlamış. Bu vesileyle, Almanya’daki Türkler üzerine çalışmalar yapan Ceylan’la Türkiye’ye dönüş yapan Avrupa Türklerinin yaşadıkları re-entegrasyon sorunları üzerine konuşurken, konu ister istemez, yaz tatili için Türkiye’ye gelen yurttaşlarımızın öz vatanlarında karşılaştıkları gayri insani yorumlara geldi.
Sosyal medyayı takip edenler mutlaka onaylayacaklardır. Geçen yıllarda olduğu gibi, bu yaz tatilinde de, bazı kesimlerin Avrupa’dan Türkiye’ye gelen vatandaşlarımıza yönelik nefreti, tahammülsüzlüğü, hakareti, bedduası ve mesnetsiz açıklamaları çizmeyi aşmıştır.
Özellikle sosyal medya platformlarında, ne olduğu belli olmayan bazı tiplerin yorumları, Avrupa’daki Türklerin gündemini günlerce meşgul etmiştir.
Avrupa’daki bazı Türk kurumları olayı ciddiye alarak basın açıklamaları yapmışlardır.
Her yıl dozu artırılarak yapılan bu yorum ve yayınlar, hiç şüphesiz Türkiye’deki bazı kesimler tarafından bilinçli ve maksatlı olarak dillendirilmektedir.
Bu kesimlerin, Avrupa’daki Türklerle ilgili algıları, farklı sebeplerden ve bazı önyargılardan dolayı maalesef olumsuzdur.
Öyle ki, bu kesimin bir bölümü, politik nedenlerden dolayı, Türkiye’deki Suriyelilere nasıl davranıyorlarsa, neredeyse Avrupa Türklerine de aynı muameleyi hak görmeye yöneliyorlar.
Bunun yanı sıra, Avrupa’da akrabaları, dostları, kardeşleri, çocukları, gelinleri, damatları ve iş ortakları olan, yani onları tanıyan, onlarla ilişkileri olan kesimlerin de, yukarıda belirtilen grup kadar vicdansız olmasa da, algılarının olumsuz olduğunu yer yer gözlemliyoruz.
Diğer taraftan, Türkiye’deki bu kesimlerin Avrupa Türkleriyle ilgili algıları bu şekildeyken, kimi karar vericilerin ve bürokratların da, Avrupa Türkleri ile ilgili algılarının, farklı olduğunu söylememiz oldukça zor.
Tecrübeler, gözlemler, uygulamalar, davranışlar ve gerçekler, Türkiye bürokrasisin de, Ankara’nın son dönemde geliştirdiği diaspora politikalarına rağmen, Avrupa Türkleri ile ilgili algı ve zihniyetinin, ne yazık ki, 1960’larda oluşan ‘işçi’ algısından bir türlü kurtulamadığını söyleyebiliriz.
Alt alta sıraladığımız gözlemleri onlarca örnekle, yaşanmış tecrübeyle, yazılmış, yayınlanmış literatürle daha açık ve net ortaya koyabiliriz.
Ancak niyetimiz, örneklerle olayı daha da zorlaştırmak ve içinden çıkılamaz hale getirmek değildir.
Dikkat çekmek istediğimiz konu, her yaz tatilinde dozu artırılarak tekrar edilen Avrupa Türklerinin ötekileştirilmesinin psikolojik alt yapısı ve oluşan zihniyete dikkat çekmektir.
Daha net bir şekilde ifade etmemiz gerekirse, sosyolog Haluk Ceylan’ın da çalışmasında değindiği gibi, “Avrupa Türklerinin zihinlerinde yer alan anavatan tasavvuru ile Türkiye’deki gerçeklik uyuşmazlığı” söz konusudur.
Bu uyuşmazlık, bir taraftan Türkiye’ye geri dönen Avrupa Türklerinde, bir dizi entegrasyon sorunlarına yol açarken, diğer taraftan her türlü zorluğu göz önüne alarak, büyük bir heyecanla yaz tatili için Türkiye’ye akın akın gelen Avrupa Türklerine, neredeyse nefrete varan ötekileştirme ve dışlama olarak ortaya çıkmaktadır.
Zihniyet değişiminin ve buna paralel olarak norm ve değerlerin oluşmasında insanların yaşadıkları sosyal çevrenin belirleyici rol oynadığını biliyoruz.
Buradan hareketle, özellikle Avrupa Türkleri üzerine çalışan genç sosyal bilimcilerimizin, Avrupa Türkleri ile Türkiye Türkleri arasında, “değerler oluşumu ve çatışmalarını”araştırmaları kaçınılmazdır. Unutmamak gerekir ki, değerler sistemi dinamik bir yapıya sahiptir. Toplumsal değişim ve gelişimler önemli rol oynar.
Bu değişimlere rağmen, yukarıda yer alan ifadelerden hareketle, Türkiye’deki Türklerin ezici çoğunluğunun Avrupa Türklerini ötekileştirdiklerini söylememiz mümkün değildir.
Diğer taraftan da Avrupa Türklerinin tamamının sütten çıkmış ak kaşık olduğunu da söyleyemeyiz.
Bazı dengesizlerin, ukalâların ve komplekslilerin onur kırıcı yorumlarının gündemimizi belirlemesine müsaade etmeden, gelişmelere daha realist bakmaya çalışmalıyız.”
TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜN VE KISKANÇLIĞIN NEDENİ
Veyis Güngör kardeşimin yukarıda yazdıklarına baktığınız zaman, yurtdışında yaşayan yurttaşlarımıza karşı beslenen kin ve nefrete şaşıracaksınız.
Ama bu gelişmenin nedenini düşünmek lâzım.
Ben düşündüm ve nedeni bulmakta da zorlanmadım.
Türkiye’deki ekonomik şartların, orada yaşayan yurttaşlarımızı çok zor durumlara soktuğunu benim tekrarlamama gerek yok sanırım.
Zor şartlar içinde ekmek parası bile bulamayacak kadar fakirleşen ve aç kalan insanlarımız, yanı başlarında bol bol para harcayan yurtdışı Türk’ü izlerken, ister istemez kıskançlık hissediyor.
Kısa bir süre eşimle birlikte gittiğim Türkiye’de alış veriş yaparken işittiğimiz fiyatların Euro karşılığında ne kadar az olduğunu konuşuyorduk.
Öyle ya, bir araba dolusu yiyecek ve içecek için ödediğimiz meblağ 1500 lira olunca, bunun karşılığının 50 Euro olduğunu düşünüyor ve aynı malı Hollanda’da 100 euroya bile alamayacağımızı konuşuyoruz.
Evimizdeki terasımıza bir yataklı salıncak için 6000 lira istenince, bunun karşılığının 200 Euro olduğunu hesaba katıyor ve ‘çok ucuz’ diyorduk.
Böylesi bir salıncağa Hollanda’da en az 800 euro ödememiz gerektiğini düşünürken de, ekmek parası bulamayanları kıskandırıyorduk tabii…
Yurttakilerin, yurtdışındakilere karşı kıskançlık duymalarının nedenlerinden biri de, yurtdışındakilerin Türkiye seçimlerindeki oy kullanma şekliydi.
Şu andaki muhaliflerin saptamalarına göre, yurtdışındaki Türklerin oylarının çoğu hükümet lehindedir.
Ana akım medyada olduğu gibi, sosyal medyada da dillendirilen bu durum, halkımızın yarısında alerji yaratmaktadır.
Ekmek parası bile bulamayanların, yurtdışından gelip, son model olmasa da otomobillerini, lüks otellerde konakladıklarına şahit oldukları insanları görünce, kıskançlık duymaları anlayışla karşılanabilir. Ama bunun için kin ve nefret duymak yakışık almaz.
Sosyal medyada bu konuyu abartıp, hayal sınırlarını aşarak mübalağalı hikâyeler yazanlar, kin ve nefreti kamçılamış oluyorlar.
GEÇMİŞTE ÇOK EZİLDİLER
Şimdilerde, kıskançlık, kin ve nefret duyulan gurbetçilerimiz, göç ettikleri ilk yıllarda büyük meşakkatlere katlandılar. 20 kişi bir odada yattılar.
Gece gündüz çalıştılar ve karşılığında, yerli halktan daha az maaş aldılar. Kazandıkları paralarının büyük kısmını Türkiye’deki yakınlarına göndererek, devletimize döviz kazandırdılar.
Hastalandıkları halde işe gönderildiler. Hasta hasta işe gidenler arasında ölenler bile oldu.
Vatan hasreti içinde iken, bırakın televizyon izlemeyi, kısa dalga TRT Radyosu’nu bile cızırtılı dinleyebiliyorlardı.
Aile birliği başladığı zaman, çoluk çocukları ile başlarını sokacak bir ev bulamıyorlardı.
Çocuklarını okula gönderemiyorlardı. Kendilerini güya ziyarete gelen Bakanlar ve Başbakanlar, sorunları dinliyorlardı ama, bu sorunları sigara paketlerinin arkasına yazıyorlardı ve sonra da atıyorlardı.
Devlete döviz gönderenlerin kıymeti bilinmezken, sahte holdingler meydana çıktı ve hisse satışı bahanesiyle milyonlarca döviz dolandırıcılığı yapıldı.
KENDİ İŞLERİNİ KURDULAR
Yıllarca işçi olarak ezilen gurbetçilerimiz, yavaş yavaş toparlanmaya ve kendi işlerini kurmaya başlamışlardı.
“Yavaş yavaş”, artık hızlı olmaya başlamıştı. Örneğin, Hollanda’da 30 bin kadar yurttaşımız şimdi kendi işlerinin başındalar ve en az 100 bin işçi çalıştırıyorlar.
Bu işçiler arasında tabii ki Hollandalılar da var. Yani, buraya işçi olarak gelen Türkler, artık Hollandalı işçi çalıştırıyorlar.
Ayrıca, başlangıçta eğitim görmekte zorlanan çocuklarımızın çoğu, artık en iyi eğitimi alıyorlar ve avukatlık, mühendislik, doktorluk gibi meslekler ile kamuoyu içinde ve kamu kuruluşlarında yerlerini alıyorlar.
Yakında yayınlanacak olan, “Hollanda’da ünlü ve başarılı olmuş Türk kadınları” başlıklı araştırmamda, 100’ü aşkın çok ünlü ve 500’ü aşkın başarılı kadınlarımızı saptadım.
Eminim ki bu sayılar 500’ü değil, binleri geçmektedir. Buna bir de başarılı olmuş erkeklerimizi eklersem, sayı onbinleri bulacaktır.
İşte böylesi bir gelişmişlik yaşayan, 50 yılı aşkın meşakkatten sonra, şimdilerde eğitim görerek ve meslek edinerek refaha kavuşan gurbetçilerimizi hor görmenin ve kıskanmanın hiçbir anlamı yok.
Bir zamanlar, anavatana döviz gönderebimek için kuyrukta bekleyen gurbetçilerimize karşı gösterilmekte olan böylesi çirkin tepkiler, aidiyetlerini hiçbir zaman inkâr etmeyecek olan genç gurbetçileri de etkileyebilir ve vatanımızdan soğutabilir.
Son günlerde hep birlikte izlemekte olduğumuz ekteki klipte olduğu gibi, Türk bayrağını görünce göz yaşlarını tutamayan Türk çocuğunu, Türkiye’ye ve bayrağımıza bağlılığından koparmayınız.
Türk çocuğunun klibini görmek için fotoğrafa tıklayınız.