Hürriyet gazetesinin Avrupa baskıları, 31 Ocak 2025 günü son nüshasını yayınladı.
1 Şubat 2025 ise, bir zamanların efsane gazetesinin yoklara karıştığı, tarihe gömüldüğü gün oldu.
O gazeteye ne muazzam emekler vermiştik… En parlak zamanlarında yayın yönetmenliğini yapmıştım. Kapatılması, benim için kapkara bir haberdi.Duyduğum anda binlerce anı başıma üşüştü. İlk tepkim şu oldu:
Yanlış gazeteciliğin, acının da acısı fakat kaçınılmaz sonu…Yazık ettiler onca emeğe. Hemen ardından, acıklı bir muhasebe: Ama neden?
BİR ÇINARIN ÖLÜMÜ
Evet, yaklaşık 70 yıllık bir koca çınar, gümbürtüyle devrilip gitti. Ve evet, bu dev çınarı yiyip bitiren illet, en iyi dönemlerinde yayını yöneten kişi sıfatıyla teşhisi koyuyorum, yanlış / kötü gazetecilik virüsü idi.
Yoksa, BİAT gazeteciliğini marifet bilen baş sorumluların bahane olarak sığındığı gibi ne Avrupa’daki insanlarımızın Türkiye ve Türkçe’den kopması, ne de dijitalleşme olgusu değildi.
Sahi, hangi kopma, dostlar ?..
Toplumun anavatan sevdasını, en çarpıcı örnekleriyle spor karşılaşmalarında görmüyor muyuz? “Türkiye” diye yeri göğü inletiyorlar.
Dijitalleşme deseniz, dünyada iyi gazetecilik yapan çok gazete, kağıt baskıyı hala başarıyla sürdürüyor.
Evet, dijitalleşme etkisi elbette var, fakat bu etmen, asla başat / birincil neden değil.
İYİ GAZETECİLİKTEN KOPARSAN…
Gerçek şu ki, kopan bir şey varsa o da maalesef Avrupa Hürriyet’in bizlerden sonraki yönetici kadrosunun iyi gazetecilikten, toplumdan ve gerçeklerden kopmasıdır. Toplumun ve hakikatin sözcüsü olmaktan istifa edip, ülke yönetimlerinin beklentilerine biat etmeleridir.
Orneğin Almanya’da yönetimlere yaranmayı / onlardan aferin almayı ve egemenler tarafından sırtlarının sıvazlanmasını marifet bilmeleridir. Uyum kavramını, yönetimlerin buyruklarına uymak diye anlamalarıdır.
Son kertede vatandaşın değil, egemenlerin yanında saf kutmalarıdır.
Ben buna TERSİNE GAZETECİLİK diyorum.
İşte bu, Avrupa Hürriyet’in toplumu önceleyen kuruluş felsefesine affedilemez bir ihanet olmuştur.O açıdan bakarak teşhisi rahatça koyabiliriz :
Avrupa Hürriyet’in kapatılması, TAAMMÜDEN işlenmiş bir yanlış gazetecilik cinayetidir.
DİNLE, ALMANYA
Şimdi artık, Avrupa Hürriyet’in en başarılı dönemlerinde yayını yöneten bana ve gazeteye saldırmayı marifet bilenler, nelva kavurup kına yakabilinler.
Peki, kimdir onlar ?..
Öncelikle, o dönemlende Almanya’yı yöneten bazı isimler ve ve dönemin Ankara Büyükelçisi Hahs Joachim – Vergau…
Yabancılara yönelik politika üreten Orient Institut’un başkanı Prof. Udo Steinbach… Sonra, yönetime yaranma peşinde koşan, Türkiye ve Hürriyet karşıtlığını kariyer ğüvencesi haline getirmiş kimi Türkiye kökenliler… Türk toplumu onları taa ciğerlerine kadar çok iyi tanır. Sembolik iki isim vereceksek, işte o dönemlerdeki Cem Özdemir ve Ozan Ceyhun.
1 Şubat, onların ve benzerlerinin bayram günü olsun.
HANGİ BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ?
Burada, Almanya’daki basın özgürlüğü anlayışına da parantez açmak gerekir. Bu nasıl bir özgürlük anlayışıdır ki, gerçekleri dile getirmekten başka derdi olmayan bizim görevden alınmamız ve yazılarınızın sonlanması için büyükelçileriyle, dış işleri bakanlarıyla (Kinkel ve Fischer) seferber olmuşlardır. Hatta, bu zincire son halka olarak dönemin cumhurbaşkanı Johannes Rau’yu da pekala ekleyebiliriz.
Bizi. resmi muhatapları olan Türk bakanlara ve gazete yönetimine şikayet etmekten hiç kaçınmamışlardır.Türk ve Alman kafadarlarıyla bize karşı özel toplantılar düzenlemişler, kampanyalar açmışlardır. Hürriyet patronajına ağır baskı iygilamışlardır.
Soralım: Bütün bunlara, özgürlükçü Alman Ahayasası’nın hangi maddesi izin vermektedir ?
Şimdi övünsünler, işte başardılar! Ama bize kalırsa bu, yürekler acısı, yüz karası, çifte standart harikası bir hazin “başarı” olmuştur.
ALMANYA’YA DA KÖTÜLÜK
Almanya’yı yönetenler, kendi gerçek ülke çıkarlarının doğruları yazan bir Türk basınından geçtiğini göremediler. O dönemda Avrupa Hürriyet, Türk toplumunun bire bir aynasıydı; kimlik kartıydı.
Türk topluminun, ibresi evrensel değerleri gösteren pusulasıydı.
Ve Almanya’nın “akıllı” yöneticileri için de asıl yararlısı, kuşkusuz gerçekleri bilmek olmalıydı. Fakat bunu kavrayamadılar, Hürriyet’te aradıklarını bulamayan bazı Türk kökenlilerin de mahıpulasyonuyla sansürü seçtiler. Sonuç, Hürriyet’in giderek zayıflamasına paralel olarak, yer yer arzu edilmeyen uçlara savrulabilen bazı toplum kesimleri.
DÖNÜM NOKTASI TOPLANTI
Dönemin Alman hükümlerinden bizim pasifize edilmemiz için gelen yoğun baskılara Hürriyet patronajı uzun süre direndi. Ama bir noktada bu direniş kırıldı. Ayrıntısı bende kalsın, Hürriyet”in İstanbul merkezinde en üst düzeyde üç kişilik bir toplantı düzenlendi. Üçüncü kişi bendim. Diğer iki kişi de -içtenlikle dilerim ki Tanrı daha çok uzun ömürler versin- halen hayattadır.
İşte bu toplantıda, ilk kez yayın politikası değişikliği gündeme getirildi. Almanya’ya ve bazı Türkiye kökenlilere yönelik daha yumuşak yayın önerildi.
Ben ise özetle, tamamen Hürriyet’in yayın ilkelerine uygun yayıncılık yaptığımızı, sadece gerçekleri yazdığımızı, kimseye haksızlıkta bulunmadığımızı belirttim. Yayında istenen değişikliğin, gazeteye büyük zararlar vereceğini, hatta batırma tehlikesine yol açacağını ifade ettim.
Bu gazeteye büyük emekler verdiğimi, kendi ellerimle böyle bir kötülüğü yapamayacağımı söyledim.
Sonuçta politika değişikliğini kabul etmedim.
Avrupa Hürriyet ile uzun yıllar süren birlikteliğimiz işte orada bitti. İstifa ettim. Bana göre sonun başlangıcı, o roplantıda gündeme gelen politika değişikliği oldu. Bu, benim kişisel görüşüm. Yeni politikanın devreye girmesiyle toplumun hiç hoşlanmadığı kişi ve olgular ön plana çıkarıldı. Benim ayrılmamdan ve yazılarının sonlanmasından sonraki 1.5 ay içinde yaklaşık 12 binlik tirajın buharlaştığını biliyorum. Süreç içinde gerisi çorap söküğü gibi geldi.
Burada şunu özenle belirtmeliyim:
Patronajın elbette yayın politikasını değiştirme hakkı var… Ama gazetecinin de gerçekleri dile getirmek gibi bir sorumluluğu olmalı.
Ben, Hürriyet Avrupa baskılarını başlatmış olan sevgili yöneticimiz rahmetli Nezih Demirkent’ten hiçbir müdahale görmedim; onin tek bir kerecik bile “şunu şöyle yap” dediğini duymadım… İlk patronumuz sayın Erol Simavi’den de öyle…Hürriyet’in katledilen genel yayın yönetmeni, Türkiye baskılarında yazıişleri müdürü olarak yıllarca birlikte çalıştığım rahmetli Çetin Emeç’in de bir müdahalesini görmedim. Son patronum sayın Aydın Doğan’ın da yayıncılık ilkelerimize aykırı hiçbir tavrına tanık olmadım.Fakat ah, bir tek, yukarıda anlattığım o sıkıntılı toplantı…Bir kere oldu, ama fena oldu.
BAHANELERE CEVAP: YA SEN NE YAPTIN?
Avrupa Hürriyet’i kapanmaya götüren sürecin sorumluları diyorlar ki:
– Efendim, he yapalım ?.. Dijitalleşme var, televizyon var, sosyal medya çıktı… Üçüncü kuşak Türkçe’yi unuttu.
Vah vah, bakın hele, demek ki bu arkadaşlar gazetecilik yapabilmek için dikensiz gül bahçesi istiyorlar.Tamam da, Avrupa Hürriyet’in o en iyi zamanlarında, bugünkü teknolojik kolaylıkların hangisi vardı? Hiçbiri yoktu.
Faks diye bir aletin çıktığını ben ilk kez rahmetli Berlin temsilcimiz Kamil Yaman’dan duymuştum. Gazete sayfaları, öyle anında bilgisayarla değil, montaj denilen filmler halinde uçakla İstanbul’dan Frankfurt’a gönderilirdi. Bazen da uçaktan çıkmazdı, kaybolurdu ve sıfırdan gazete yapmak zorunda kalırdık. Türkiye’deki gazete, Almanya’da bir gün sonra yayınlanırdı. O yüzden haberlerdeki bütün zaman unsurlarını bir gün sonrasına uyarlamak zorunda kalırdık.
Türkiye’de çalışılmayan bayram günlerinde, önceden üç veya dört günlük gazete hazırlayarak Frantfurt’a göndermek durumundaydık. İşi yetiştirmek için üç gün üç gece gazeteden çıkmadığım olurdu.
Herkes tatildeyken biz bayram günleri gazeteye gidip teleks ile taze haberleri Frankfurt’a geçerek gazeteyi güncellemek zorundaydık. Frantfurt matbaada çalışan yazıişleri müdürümüz Nezih Akkutay ve arkadaşlarının yükü, ayrı bir roman konusu.Bir yerden bir yere fotoğraf göndermek bile başlı başına maceraydı.
Daha neler de neler…Ama yakındıgımızı hiç hatırlamıyorum, çünkü işimize ölesiye tutkunduk. Şimdi, bahanelere sığınan arkadaşlara sormalıyız: Tamam da, dijitalleşmeye karşı ya siz ne yaptınız? Rekabette sizi öne geçirecek hangi özel haberleri, araştırma haberlerini ürettiniz? Toplumun merakını canlı tutacak dinamik haberciliği başardınız mı? Hangi kampanyaları açtınız? Hangi yeniliklere imza attınız?
Yayın politikanız, toplumun güvenini kazanabildi mi? Miras aldığınız saygınlığı koruyabildiniz mi? Haberci kadrolarımızı geliştirdiniz mi, yoksa muhabir azaltmayı tasarruf kalemi mi haline mi getirdiniz?
Eğer bütün bunlardan sınıfta kaldıysanız, dijital kayalıklara hiç gerek yok, Titanik’ten beter batarsınız.
DESTANSI GAZETECİLİK
Avrupa Hürriyet’in kurucu babaları, rahmetli genel müdürümüz Nezih Demirkent veAvrupa temsilcimiz Garbis Keşişoğlu idi.Emeğin aslan payı onların. Gazete, Türk toplumunun gözü, kulağı ve sesiydi. Vatandaşla bütünleşmiş korkusuz gazeteciliğin emsalsiz örneğiydi.
Bir bölge gazeteciliği harikasıydı.Yalnızca Almanya’da değil, özellikle Hollanda’da yorulmak bilmez temsilcimiz İlhan Karaçay ve ekibinin örnek çalışmaları aynı bir etüt konusudur.
Gazete. bir daha tekrarlanamaz emekler bütünüydü.Avrupa’nın en ücra köşelerinde bayrak dalgalandııp haber ve hak peşinde koşan bir gazetecilik destanıydı.Günlük ortalama 170 binlik tirajıyla, bütün dünyada kendi ülkesi dışında en çok basılıp satılan gazete ünvanını almıştı.
Hatta, tirajı nüfusa oranlarsanız, hiç abartmıyorum, dünya tiraj şampiyonuydu.Basın yayın öğrencileri tarafından mutlaka incelenmeli ve tez konusu yapılmalıdır.
ONLARA BİN SELAM OLSUN
Avrupa Hürriyet’i gazeteciliğin başarı doruklarına ulaştıran kadrolara bin selam olsun. O arkadaşlarımızı, Frankfurt Zeppelinheim’daki matbaanın önünde çekilen üstteki fotoğrafta görüyorsunuz.Ayaktakiler: Yılmaz Övünç, Korkut Pulur, Yalçın Bingöl, İsmail Atlı, Ertuğrul Akçaylı, Nezih Akkutay, Ertuğ Karakullukçu (Yurt dışı Baskılar Müdürü) Şener Apaydın, Mine Çokbilir, Suat Türker (Köln), Çetin Emeç (Genel Yayın Müdürü), Mehmet Demirel (İtalya), Yıldız Kafkas (İsveç), Erdinç Ispartalı (İsviçre), Rodolfo Bella (İtalya), Şerif Sayın (Belçika) Metin Doğanalp (Stuttgart), Sait İşler, İlhan Karaçay (Benelux), Tuğrul Cebeci, Ahmet Külahçı, Orhan İnci.
Oturanlar: Nusret Özgül (Belçika) Kamil Yaman (Avusturya-Berlin-Frankfurt), Ziya Akçapar (Yunanistan), Faruk Zapcı (İngiltere), Tevfik Dalgıç (İrlanda), Serdar Koçak (Münih), Ziya Melikoğlu (Düsseldorf), Ayhan Aydın (Berlin), Adnan Celepoğlu (sonradan Atik soyadını aldı), Abdullah Anapa (Stuttgart)
………………..
Avrupa Hürriyet’i gazeteciliğin başarı doruklarına ulaştıran kadrolara bin selam olsun .O arkadaşlarımızı, Frankfurt Zeppelinheim’daki matbaanın önünde çekilen fotoğrafta, altındaki isimleriyle görüyorsunuz.Orada olmayan bazı isimleri de burada anmalıyım: Frankfurt’ta haber müdürümüz Kemal Şener, olay röportajlarıyla Avrupa’yi sarsan gazeteci yazar Murat Çulcu, Avrupa’yı karış karış tarayan rahmetli İsmail Tipi,
Londra’ temsilcimiz rahmetli Nuyan Yiğit, Paris’te rahmetli Gökşin Sipahioğlu ile Muammer Elveren, Brüksel ve Strasbourg’da Zeynel Lüle, Frankfurt ve Hamburg’da İbrahim Gül, Frankfurt’ta Ali Gülen ve Halit Çelikbudak. Avrupa’da ayak basmadık toprak parçası bırakmayan bütün çok değerli / sevgili arkadaşlar…
Yazdığınız destan, basın tarihinde altın yapraklar olarak hep yaşayacak. Ya bu emsalsiz gazeteyi kapanmaya sürükleyen, anmak istemediğimiz “bahtsız” isimler?! Umarız ve dileriz, birazcık yüzleri kızarır.
Hollanda’da elit takımın okuduğu en ciddi NRC Gazetesi, Ertuğ Karakullukçu, Garbis Keşişoğlu ve İlhan Karaçay fotoğraflarıyla, “Hürriyet: Hollanda’daki Türklerin sesi başlığı ile tam sayfa bir yayın yapmıştı. (soldaki resim) Hürriyet’in Hollanda haritasına yayılmış kadrosu (sağdaki resim)
…………………………….
AVRUPA HÜRRİYET’İN VAR OLUŞU
Spordan, sosyal ve kültürel haberlere, magazinden dış politikaya kadar haberleri yağdırdığımız, İstanbul’daki ekibin başında bulunan Ertuğ Karakullukçu, bu haberleri en iyi şekilde değerlendiriyordu.Gece saat 01.00’lere kadar gazeteden ayrılmayan Karakullukçu, gazeteden ayrıldıktan sonra, uğradığı dost grubu içinde bir duble rakıyı ihmal etmemesine rağmen, ne hikmetse her sabah saat 09.00’da gazetesindeki görevinin başında oluyordu.
Bakınız, ‘Gazeteciliğin piri’ diyebileceğim Karakullukçu o dönemi nasıl anlatıyor: Efsane dönemin Hürriyet gazeteciliği: Avrupa Hürriyet, tam bir mucizedir. Haberciliği ve gelişimi açısından gazetecilik okulları tarafından incelenmeli, tez konusu yapılmalıdır.
Hürriyet, Almanya’da yayına başlarken, piyasaya Tercüman gazetesi hakimdi. Fakat iyi bir örgütlenme ve gözünü budaktan sakınmayan sıkı habercilikle Hürriyet, kısa zamanda Avrupa’nın mutlak hakimi oldu.Türkiye’deki bir seçim gecesinde Frankfurt’ta 202 bin gazete basmıştık. Ortalama tiraj, 170 – 180 bin bandında gidiyordu.
Dünyada 1 numara: Ben görevden ayrıldıktan sonra Frankfurt Hürriyet‘teki arkadaşlar benden gazeteyle ilgili bir yazı istemişti.O zaman, Avrupa Hürriyet’in tirajını Hindistan, Çin, Amerika dahil olmak üzere, dünyanın en çok satan gazetelerinin tirajlarıyla kıyaslamıştım. Bunu yaparken, ülke nüfuslarını, gazetelerin tirajlarına bölmüştüm.
Sonuç, umduğum gibiydi. Avrupa Hürriyet, ülke nüfusuna göre (gazetemiz için Avrupa’daki Türk sayısı) dünyanın en çok okunan 1 numaralı gazetesi çıkmıştı.
Hiç abartı yok, dileyen hesaplayabilir. Emsalsiz emek: Bu büyük başarının ardında çok büyük bir emek vardı. Başta, kurucu babalar Nezin Demirkent ve Garbis Keşişoğlu‘nun muazzam emeği…
Benim, görevde olduğum sürece tek gün bile izin yapmadan geceyi gündüze karıştıran tutkulu emeklerim…
Frankfurt merkezimizde, başta Nezih Akkutay olmak üzere arkadaşlarımızın tüm Avrupa’yı kucaklayan fedakâr emekleri…Ve en başta da, Avrupa’nın her köşesinde habercilik destanları yazan muhabir arkadaşlarımızın kan ter içindeki şahane emekleri…
O emekler, bugün artık tekrarlanamaz.Önce muhabir: Bir kere, Avrupa’yı fetheden o kadro, bugün Türkiye’de bile hiçbir gazetede yok.Zaten o gazetecilik anlayışı da artık maalesef mevcut değil.
O dönemde muhabir, gazeteciliğin baş tacıydı…Yakın geçmişten bu yana ise, ne acıdır ki, her tensikatta öncelikle muhabirler akla geldi. Düşünülmedi ki, asker olmadan savaşılmaz; muhabir olmadan da gazetecilik yapılamaz.Okurla bütünleşme: Hürriyet’in Hürriyet olduğu dönemde, Avrupa’nın en ücra köşelerinde bile muhabir kazanma gayreti içinde olundu.
Haber için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmadı. Haber isterse Antarktika’da olsun, anında atlar giderdik.
Ve her koşulda vatandaşın yanında olundu…Heim’larda, fabrikalarda, Bahnhof’larda, hastanelerde, tercüme bürolarında, emeklilik işlemlerinde, Kapıkule ve
Yeşilköy hava limanı gibi sınır kapılarında…“Gurbetçi”nin derdi derdimiz, sevinci sevincimiz oldu…Aşımızı bölüştük, Heim odalarında kuru fasulyeye birlikte az mı kaşık salladık ?Gülle gibi manşetler: Avrupa Hürriyet‘in tirajındaki ilk hareketlilik, Kıbrıs Barış Harekâtı’ndaki gazetecilik başarısıyla ortaya çıkmıştı.
Ama sonraki süreçte yaşanan yurttaşla bütünleşme, kesintisiz tiraj tırmanışını beraberinde getirdi.Dil, eğitim, emeklilik, konsolosluk, ikinci sınıf insan muamelesi, çifte vatandaşlık, yabancı düşmanlığı gibi ana sorunlar, Hürriyet‘in manşetlerinde top gibi patlardı.
Gazete, derdini o manşetlerden haykıran okur ile et ve tırnak gibi kaynaştı, yurt dışındaki insanımızın kimliğinin ayrılmaz parçası oldu.Tiraj, etkinlik, saygınlık: Avrupa’daki Türk’lerle, Ankara ve Avrupa başkentleri arasında köprü kurduk. Sadece gerçeğin peşinde koşan objektif ve sansürsüz gazeteciliğimiz, gazeteye tiraj yanında benzersiz bir etkinlik ve saygınlık kazandırdı…O dönemlerde Avrupa kamuoyunun gündeminde Hürriyet hep var oldu.
İşte o ruh ve İlhan Karaçay:Evet ne olduysa, en başta Avrupa’ya kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş temsilcilerimiz, saat mefhumunu sözlüklerinden silmiş Hürriyet muhabirleri sayesinde oldu.Hepsi aynı gazetecilik ruhunu taşıyan arkadaşlarımıza bir örnek olarak, İlhan Karaçay’ı gösterebilirim. İsterseniz gecenin 04’ünde arayın, anında telefonun öteki ucunda, anında göreve hazır, “Full Time” gazeteci…
‘Hollanda’ denince, akla gelen ilk isimlerden biridir İlhan Karaçay…Benelüx ilavesi ile bölgedeki Türk toplumunun gözü, kulağı, sesiydi İlhan Karaçay…Muhabir, yazar, ilan temsilcisi, matbaacı, gazete pazarlama uzmanı…
Aynı anda hepsi.
Hollanda’daki her kapıyı açacak bir çilingir yoktur ama bir habercilik sihirbazı İlhan Karaçay iyi ki vardır.Ve tıpkı diğer temsilcilerimiz gibi, İlhan Karaçay’ın da baş gıdası haberdir. O da haberle yatar, haberle uyanır.
Hürriyet’in Hollanda ekibi: Öndeki sıra soldan sağa: Telat Sağıroğlu (Haarlem), Turan Gül (Rahmetli oldu-Zaandam), Ünal Öztürk Yasemin Öztürk (Büro menajeri), İlhan Karaçay ( O zamanki kaptan) ( ??? ), Adil Aracı (Den Haag), Mustafa Koyuncu (Arnhem), Ergür Dinçkal (Deventer), Muhlis Ayboğan (Venlo),Orta sıra soldan sağa: Ahmet Denk (Rotterdam-Rahmetli oldu), Kemal Özen, Hüseyin Torunlar (Zwolle-rahmetli oldu),(Leiden?), Nizam Sunguroğlu, Ramazan Ardıç, (Heerlen?)Arka sıra soldan sağa:Yahya Yiğittop, Necati Çavuşğlu (Utrecht), Şenol Ocaklı (Hoorn), ( ?), Ali Esmer,
………………….
O eski ekibin o dinamizmi, enerjisi ve kalitesi; her şeyin dijitalleştiği şu çağda bile, gazetenin tirajını ve etkisini yukarıya taşıyabilecek bir güçtü. Gerçekten, eski kadro ile her şey farklı olurdu. Şimdi, zaman değişti belki, ama o zamanların ruhunu hep hatırlayacağım. O ekiple her şey mümkündü.